Türkiye Cumhuriyeti adı verilmeden önce, devletimizin resmi adı “Devlet-i Âliyye” veya “Devlet-i Âliyye-i Osmaniyye” idi. Âli sözcüğünün doğru Türkçesi büyük değil, “yüce”dir. Devlet, toplumların icat ve inşa ettiği en muhteşem eserdir. Kurucularından ayrı ve onların üstünde kişiliği olan canlı bir kurumdur. Canlı olduğundan yaşaması için enerjiye yani paraya ihtiyacı vardır. Bu nedenle devletin bir tanımı da “vatandaşından zorla para (vergi) toplama tekeline sahip silahlı örgüt”tür. Devlet, Tanrı gibidir. Kendine ortak kabul etmez. Vatandaşının, kendinden başka bir örgüte, mesela MAFYA ya da “devlet içinde devlet” olmaya çalışan FETÖ veya PKK gibi örgütlere haraç (vergi) ödemesine izin veremez. Verirse, kendi sonunu hazırlamış olur. Vergi toplayamazsa güçsüzleşir. Bu yüzden devlete para bulmakla görevli maliye bakanlığına “Vekalet-i Celile” (Büyük Bakanlık) denirmiş. Vergi toplamak kolay değildir. Çünkü kimse devlete vergi vermek istemez ama herkes ondan hizmet bekler. Vatanını çok seven ve uğruna canını vermeye hazır yurttaş bile konu vergi olunca, devlete “vergi isteme benden buz gibi soğurum senden” der.
AYAN MECLİSİ VEYA LORDLAR KAMARASI
Uzun yıllar boyunca ulaşım ve iletişimin zor olduğu zamanlarda Osmanlı Devleti, özellikle uzak bölgelerdeki üreticilerden vergi toplama işini yerel şahıslara ihale ederdi. İhale yoluyla vergi toplamaya “iltizam” toplayana da “mültezim” denirdi. İhale devlete en yüksek para vermeyi taahhüt edene (mültezime) verilirdi. Mültezim bu paranın bir kısmını peşin öderdi. Peşin ödenen miktara “muaccele” denirdi. Bu suretle devletin (sarayın diye okuyun) acil nakit ihtiyacı karşılanmış olurdu. Kalan kısım ise iltizam sözleşmesi boyunca eşit veya artan miktarlarda her yıl ödenirdi. Mültezimler bu paraları üreticilerden zorla toplardı. Bu süreçte devletin kolluk kuvvetleri mültezime yardımcı olur hatta vergi vermek istemeyenlerin çıkardığı isyanları kanlı bir şekilde bastırırdı. Mültezimler bir nevi devletin ortağı olmuştu. Bunlara “ayan” (lord) dendi. 1808’de devletle ayan arasında güç bölüşümünü tanzim eden “Sened-i İttifak” imzalandı. (Bu ilk anayasa mıdır? Hükmü tarihçiler versin.)
MUAYENE BEDELİ ARTI VARLIK VERGİSİ
2027’de süresi dolacak olan “Araç Muayene Tekeli”nin, 2027-2047 dönemi ihalesi hafta başında sonuçlandı. Devlete 2 milyar dolar para vermeyi taahhüt eden yabancı ortaklı bir firma bu imtiyaza sahip oldu. İmtiyazın iktisadi açıklaması şudur: İhaleyi alan firma, araç fenni muayenesi yaparken, hem sunduğu hizmetin bedelini ve kârını alacak hem de devlet adına araç sahiplerinden vergi toplayacaktır. Bu, rekabeti koruması gereken devletin, kendi eliyle rekabeti yok eden bir tekel yaratmasıdır. Tekeller “Serbest Piyasa” sistemini tahrip eder. Ekonomide verimsizlik yaratır. Vergi fiyata gömdürüldüğünden enflasyona sebep olur. AKP bu yönteme bayılmaktadır. Çünkü, bu suretle yurt dışından alacağı borcu, “mültezimlere” aldırtıp Hazine’nin dış borcunu düşük göstermektedir. Muhalefet ise esasen devletçi olduğundan, yöntemi eleştirmeden, kim zengin oldu hafiyeliğine soyunmaktadır. Araç muayenesi basit bir iştir. Ne teknolojik ne de doğal tekel olma zorunluluğu vardır. Belli kurallara bağlanarak bireysel girişimcilere bırakılmalıdır. Araç sahiplerinden daha fazla “varlık vergisi” alınacaksa, bunun şeffaf yolu Motorlu Taşıt Vergisi’ni artırmaktır.
SON SÖZ: Siyasi hesap, yanlış hesaptır.