Kaynak:Buse Güngör / Cnnturk.com Muhabiri
"GEMLİK FAYI 7-7.5 BÜYÜKLÜĞÜNDE DEPREM RİSKİ TAŞIYOR"
Gemlik Fayı’nın 960 yıldır kırılmamış kritik bir bölge olduğunu ve 7-7.5 büyüklüğünde deprem riski taşıdığını belirterek sözlerine başlayan Prof. Dr. Süleyman Pampal, son depremlerin ‘hazırlık safhası’ olduğunu vurgulayarak şöyle konuştu:
“Son depremler, Gemlik Fayı üzerinde, tam da Gemlik civarında meydana geliyor. Bu fay, İznik Gölü içinden geçerek Mekece ve Pamukova yönüne doğru uzanıyor. Bu segment, Kuzey Anadolu Fay Sistemi’nin güney kolunun, kuzey-orta kesiminde yer alıyor.
Bir de hepimizin bildiği kuzey kol var: 17 Ağustos 1999 depreminde kırılan kısım. Bu kol, İzmit Körfezi’nden Adalar’a kadar uzanır. Ardından, 1894’te Adalar bölgesinde bir deprem meydana geldi. Daha sonra 1766’da kırıldığı düşünülen Orta Marmara Fayı devreye giriyor. Nitekim 23 Nisan’da İstanbul açıklarında meydana gelen 6.2 büyüklüğündeki deprem, bu fayın üzerinde gerçekleşti.
Fay hattı batıya doğru devam ediyor:
1935'te 6-7 büyüklüğünde bir deprem,
1912'de Mürefte Depremi (7.4),
1975'te yine Mürefte’de 6-7’lik bir deprem yaşandı.
Tüm bu depremler, batıya doğru bir kırılma zincirinin parçaları. Yani kuzey kolun batı kesimi kırıldı. Orta kesim, 23 Nisan'daki depremle hareketlendi. Doğu kesimde ise hâlâ bir kırılma bekleniyor.
Güney kola gelecek olursak: Bu kol, Sakarya civarından çatallanıyor ve Pamukova, İznik, Gemlik üzerinden geçiyor. Biraz daha güneyde Bursa Fayı bulunuyor. Bu fayın, 1855 yılında iki büyük depremle (yaklaşık 7.7 büyüklüğünde) Bursa’yı yıktığı kabul ediliyor.
Batıya doğru devam ettiğimizde:
1967’de 6-7’lik,
1953’te 7.2’lik,
1944’te 7.3’lük depremlerle, Çanakkale-Balıkesir hattında da enerjinin büyük oranda boşaldığını görüyoruz.
Bu nedenle, fay sisteminin batı kesimleri için büyük bir kaygı duymuyoruz. Ancak Güney kolun doğu kesimi, yani Gemlik, Mekece, Pamukova hattı ciddi risk taşıyor. Bu segmentte, 1065 yılında kırılmış bir fay parçası 960 yıldır enerji biriktiriyor. Sismik boşluk olarak kabul edilen bu alan dikkatle izlenmeli.
Son günlerde Gemlik’te meydana gelen depremler, bu bölgedeki gerilimin bir ‘hazırlık safhasında’ olduğunu düşündürüyor. Bu depremler, bir tür ‘ısınma hareketi’ olarak değerlendirilebilir.
Zira bu fayın 7 ila 7.5 büyüklüğünde bir deprem üretme potansiyeli taşıdığı bilimsel olarak biliniyor. Bu nedenle bölgede yaşanacak böyle bir büyük deprem ne sürpriz olur ne de beklenmedik. Hazırlıklı olmamız gerekiyor.”
"HER DEPREM BİR UYARI, CİDDİ EKSİKLİKLER VAR”
Türkiye’nin deprem sonrası müdahalelerdeki duyarlılığına rağmen, önleyici tedbirler konusunda ciddi eksiklikler yaşandığını vurgulayan Pampal, toplumun her büyük depremden sonra seferber olup yardım çabaları gösterdiğini ancak kısa sürede yaşananları unuttuğuna dikkat çekti.
"BİLİMSEL HAZIRLIK, PRATİKTE EKSİK"
Prof. Dr. Süleyman Pampal, 1939 Erzincan Depreminin bir milat olduğunu, bu felaketten sonra bilimsel adımlar atılmaya başlandığını ancak yine de uygulamada birçok aksaklık olduğunu belirtti.
Prof. Dr. Pampal, “1939 Erzincan depremini milat almak gerekir. Yaklaşık 33-35 bin insanı kaybettik, şehir yerle bir oldu. Bu felaketten sonra ilk defa bilimsel anlamda bazı adımlar atılmaya başlandı. 1945'te İtalyan deprem yönetmeliği Türkçeye çevrilerek kabul edildi. 1947’de ilk zelzele bölgeleri haritası yayımlandı. Bugüne kadar bu haritalar her büyük depremden sonra 6 kez yenilendi. Bu gelişimin doğal bir parçası ama hâlâ eksiklerimiz var. Türkiye'nin jeolojik, tektonik ve sismotektonik haritalarının oluşturulması ancak Cumhuriyet sonrası mümkün oldu. 1935’te kurulan Maden Tetkik ve Arama Enstitüsü (MTA), bu çalışmaların temelini attı. İstanbul Üniversitesi Jeoloji Enstitüsü gibi bilimsel kurumlar yetişmiş kadrolar sunmaya başladı. Ancak bu altyapıya rağmen, birçok uygulama hâlâ olması gerektiği gibi yürümüyor.” diye konuştu.
İMAR AFFI RİSKİ
Kentsel dönüşüm yasasının bile ancak 2011 Van depremi sonrasında çıkarılabildiğine işaret eden Pampal, sürecin yavaş ilerlediğini ve imar aflarının bu çabaları zayıflattığını özellikle ifade etti. Prof. Dr. Pampal, “Kentsel dönüşüm yasası bile ancak 2011 Van depreminden sonra çıkarıldı. Yani yine bir felaketin ardından adım atabildik. Uygulama aşamasında ise süreç yavaş işliyor, eksikler yolda düzeltilmeye çalışılıyor. Üstelik biz bu süreçleri sık sık imar aflarıyla daha da zayıflatıyoruz.” dedi.
"GEMLİK'TE YAPILARIN %48'İ RUHSATSIZ"
Prof. Dr. Süleyman Pampal, Gemlik Belediye Başkanı Şükrü Deviren’in “Gemlik’te yapıların %48’i ruhsatsız” sözlerine dikkat çekerek, denetimsiz yapıların ve imar aflarıyla belgelenen binaların deprem güvenliğinin şüpheli olduğunu vurguladı. Pampal, bu sorunun sadece Gemlik’le sınırlı kalmadığını, yerel yönetimlerin de yeterli donanım ve kaynağa sahip olmadığını belirtti.
Prof. Dr. Pampal, “Gemlik Belediye Başkanı Şükrü Deviren’in CNN TÜRK’e yaptığı açıklamaya göre, Gemlik’te yapıların %48’i ruhsatsız. Yani denetlenmemiş, mühendislik hizmeti almamış yapılar. Kalanların çoğu da imar aflarıyla bir şekilde belge almış ama deprem güvenliği tartışmalı. Depreme dayanıklı olduğunu gerçekten bildiğimiz yapı sayısı çok az. Bu durum yalnızca Gemlik’e özgü değil. Türkiye'nin pek çok yerinde benzer yapı stoku bulunuyor. Üstelik yerel yönetimlerin bu yükü taşıyabilecek yeterli personeli, teknik donanımı ya da finansal desteği de yok.” ifadelerini kullandı.
"DEPREM BAKANLIĞI KURULMALI"
Pampal, ilçelerin depremde kilit rolü olduğunu vurgulayarak, “İlçe belediyeleri güçlendirilmeli, desteklenmeli” ifadesini kullandı. Depremin siyaset üstü bir konu olup iş birliğinin şart olduğunun altını çizdi. Ayrıca, “Depreme özel bakanlık kurulmalı, halk bilinçlendirilmeli” dedi ve Marmara’nın bütüncül olarak ele alınması gerektiğine dikkat çekti.
Prof. Dr. Süleyman Pampal, “İlçe belediyeleri bu işin omurgasıdır. Ruhsatı onlar veriyor, denetimi onlar yapıyor. Ama güçlendirilmemişler. Parti ayrımı yapılmaksızın bu belediyelerin desteklenmesi şart. Deprem siyaset üstü bir meseledir. Ne bakanlık ne büyükşehir belediyesi tek başına bu sorunu çözemez. İş birliği zorunludur. 6 Şubat depremleri 54 bin can aldı. Yüz binlerce insan yaralandı, şehirler yok oldu. Bu kadar büyük bir yıkımın ardından hâlâ parçalı çözümlerle ilerleyemeyiz. Ben yıllardır söylüyorum: Depreme özel bir bakanlık kurulmalı. Sadece bu işe odaklanacak, yerel yönetimlerle iş birliği içinde çalışacak, halkı sürekli bilinçlendirecek bir yapı şart. İnsanlar neyle karşı karşıya olduklarını görüyorlar ama çabuk unutuyorlar. Onlara unutturmamalıyız, bu işler başka türlü çözülmez. Marmara Bölgesi bir bütün olarak ele alınmalı. Gemlik, İznik, Pamukova gibi yerlerde yaşanacak bir deprem sadece o bölgeyi etkilemeyecek, tüm Marmara’yı sarsacak.” dedi.
"YARIN GEÇ OLABİLİR!"
Prof. Dr. Süleyman Pampal, İstanbul’da kentsel dönüşümde verilen desteğin yetersiz olduğunu vurgulayarak, belediyelerin süreci hızla tamamlayamadığını belirtti. “Deprem gelmeden harekete geçmeliyiz” diyerek acil önlem çağrısı yaptı:
“İstanbul'da bir vatandaş evini kentsel dönüşümle yenilemek istediğinde aldığı destek yalnızca 7-8 bin liralık kira yardımından ibaret. Bu miktar bir apartmanı dönüştürmeye yetmiyor. Belediyeler ise üç ayda tamamlaması gereken süreci bir yılda tamamlayamıyor. Böyle olmaz. Yarın gelir deprem yıkar, geçer. Sonra hep birlikte ağlamaya devam ederiz. Ama sorunu hâlâ çözemez hale geliriz. Bu böyle gitmemeli. Deprem gelmeden harekete geçmeliyiz.”
“HAZIRLIKLAR KAĞIT ÜSTÜNDE KALMASIN”
Prof. Dr. Süleyman Pampal, deprem sonrası hazırlıkların kâğıt üzerinde kalmaması gerektiğini dikkat çekerek, “Hazırlıklar sahada karşılık bulmuyor, eksikler acımasızca yüzümüze çarpıyor” dedi. Pampal, bilgi eksikliğinin değil, irade ve uygulama eksikliğinin esas sorun olduğunu vurguladı ve artık sadece konuşmanın değil, somut adımlar atmanın şart olduğunu belirtti:
“Deprem sonrası için hazırlanan senaryolar elbette var. Deprem bölgeleri haritamız var, deprem tehlike haritası güncellendi. Yeni yönetmelikler çıkarıldı, denetim sistemleri kuruldu. Her yerleşim alanı için senaryolar hazırlandı. İstanbul için de olası depremlerin büyüklüğüne göre tehlike senaryoları mevcut.
Ama sorun şu: Tüm bu hazırlıklar sadece kâğıt üzerinde, gerçekte yok. Toplanma alanları, geçici barınma alanları, yaşam alanları... Hepsi planlarda var ama sahada karşılığı yok. Bunu küçük bir örnekle bile açıkça gördük. Yaklaşık iki yıl önce Silivri açıklarında meydana gelen 5.9 büyüklüğündeki depremde bile İstanbul'da telefonlar kilitlendi, trafik durdu. Silivri Devlet Hastanesi kullanılamaz hale geldi. 30-40 okul hasar gördü. Oysa bu büyüklükte bir depremde bunların hiçbiri yaşanmamalıydı.
6 Şubat depremlerinde yıkılan yapıların çoğu 1999 sonrası yapılmıştı. ‘Depreme dayanıklı’ denilerek yüksek bedellerle satıldılar. Ama öyle olmadıkları acı bir şekilde ortaya çıktı.
Deprem, acımasız bir kontrol mühendisidir. Gelir, vurur ve bütün eksikleri yüzünüze çarpar.
Ancak biz ders çıkarmakta zorlanıyoruz. Oysa ne yapılması gerektiği belli. Sorun, bildiklerimizi uygulamıyor olmamızda. Bu topraklar, son 100 yılda 20-25 yıkıcı deprem yaşadı. Ama biz hâlâ aynı hataları tekrarlıyoruz. Gerçekten artık yeter!
Ne yapılması gerektiğini biliyoruz. Bilim bunu bize adım adım, açık açık söylüyor. Sorun bilgi eksikliği değil, irade ve uygulama eksikliği. Bu sadece deprem meselesi değil; ne yazık ki yüzeysel ve göstermelik işler yapmak, toplum olarak kültürel kodlarımıza işlemiş gibi görünüyor.
Yapıyormuş gibi yapmak değil, gerçekten yapmak zorundayız. Konuşulanları hayata geçirdiğimizde zaten büyük ölçüde hazır olacağız. Ama daha fazla oyalanmaya tahammülümüz kalmadı. Artık konuşmak değil, adım atmak zamanı.”
DEPREME KARŞI EN GÜÇLÜ ŞEMSİYE: BİLİNÇLİ TOPLUM, SAĞLAM YAPI
Prof. Dr. Süleyman Pampal, Japonya’daki deprem tatbikatlarının ve bilinçlendirme çalışmalarının hayat kurtardığını vurgulayarak, Türkiye’de de aynı disiplinin ve dayanıklı yapıların hayati önem taşıdığını ifade etti. Pampal’a göre deprem doğal bir olay, asıl sorun kötü yapılaşma ve bilinç eksikliği:
“2011 yılında Japonya’da yaşanan 9 büyüklüğündeki deprem ve ardından gelen tsunamide insanların sergilediği davranışlara dikkat edin. Tsunami dalgaları arkadan gelirken, insanlar panik yapmadan, sırayı bozmadan, ne yapacaklarını çok iyi bilerek ve adeta refleksle hareket edip yakındaki bir anaokulu ile okulun üst katlarına çıktılar. Ve hepsi hayatta kaldı.
Eğer bu disiplini göstermeselerdi, birbirlerini ezmeye kalksalardı, belki o insanların yalnızca %10'u binanın üst katına çıkabilirdi. Ama %90’ı dalgalar tarafından süpürülür, hayatını kaybederdi.
Bunu nasıl başarıyorlar? Çünkü Japonya’da tatbikatlar yüzeysel değil, uygulamalı olarak yapılıyor. Eğitimleri 1960’lardan sonra başlamış. O günden bu yana hem yapılarını depreme dayanıklı hale getirdiler hem de halkı bilinçlendirdiler. Ama bu eğitim lafla değil, tatbikatla veriliyor.
Tatbikatlar nasıl mı yapılıyor? İnsanlar gerçekten deprem olmuş gibi barınma alanlarına gidiyor. Ne yapacaklarını önceden biliyorlar, çünkü bunu defalarca yaşamış gibiler. Ardından bir hafta boyunca o barınma alanında kalıyorlar: ne yiyecek ne içecek, nasıl iletişim kuracaklar, temel ihtiyaçlarını nasıl karşılayacaklar hepsini deneyimliyorlar. Bu bilinç, toplumun her kesimine yerleştiriliyor.
Ben de bu yüzden tatbikatlara çok önem veriyorum. Tatbikat bizim ülkemizde çocukların okulda eğlenerek yaptığı bir faaliyet olmamalı. Ciddi şekilde, tüm kurumlar ve bireylerle birlikte apartmanlardan mahallelere, ilçelerden illere kadar belli aralıklarla yapılmalı. Böylece toplum bilinçlendirilir. Ardından da risk azaltma adına atılacak adımlar zaten belli, bilinmeyen şeyler değil bunlar.
Ama şunu da unutmamak gerek: Japonya’da da eğer karada, Türkiye’deki gibi depremler olursa can kayıpları yaşanıyor. Örneğin Kobe depreminde 5 binin üzerinde insan hayatını kaybetti. Veya çok daha önceki Nihisa depreminde yüz binlerce insan öldü. O dönemlerde de zemin sıvılaşması gibi etkiler öne çıkmıştı. Ama Japonya dersini aldı, artık böyle zeminlere yerleşim izni vermiyorlar.
Bizim de bunları yapmamız gerek. Japonların bizden üstünlüğü yok. Fark, toplumun her kesimini eğitmekte ve kamu otoritesinin bu sürece liderlik etmesinde.
Unutmayalım; Deprem bir afet değildir. Deprem, yer kabuğunun doğal hareketidir. Afete dönüşen şey, bizim kötü yapılarımızdır. Yani sonucu biz yaratıyoruz, yine biz engelleyebiliriz.
Yağmur yağdığında şemsiyesi olan ıslanmıyor, değil mi? Deprem de aynı. Dayanıklı bina, bilinçli insan, şemsiye işlevi görür. Böylece riski sıfıra yakın hale getirebiliriz. Deprem geçtikten sonra binasından sağ çıkan insan yaşamına devam eder. Yapmamız gereken tam da budur. Başka yolu yok.”
"İSTANBUL'DA TSUNAMİ KORKUSU YERSİZ"
Prof. Dr. Süleyman Pampal, İstanbul’daki tsunami korkusunun yersiz olduğunu, Marmara Denizi’ndeki fayların büyük tsunamilere yol açmadığını ve olası dalgaların insanlara kaçmak için yeterli zamanı tanıdığını vurguladı. Pampal, şunları kaydetti:
“İstanbul’da tsunami korkusu yersiz. Marmara Denizi'ndeki fay hatları, Japonya’daki gibi büyük tsunamilere yol açabilecek türde değil. Buradaki faylar, doğrultu atımlı faylardır; yani yatay yönde hareket ederler. Oysa büyük tsunamiler, genellikle dalma-batma zonlarında. Örneğin Afrika ile Anadolu plakalarının sınırındaki Girit-Rodos hattında meydana gelir.
Marmara Denizi’nde tsunami oluşabilir, ancak bu dalgaların yüksekliği genellikle 1–2 metreyi, en fazla da 5–10 metreyi geçmez. Yani burada bahsettiğimiz şey, Japonya’daki gibi yıkıcı tsunamiler değil; daha çok liman dalgası etkisinde olan sınırlı su taşkınlarıdır.
İstanbul’da olası bir tsunami, zaten bir deprem sonrası oluşacaktır. Bu dalgaların kıyıya ulaşma süresi ise İstanbul için yaklaşık 5–10 dakika, diğer bölgelerde ise 30–40 dakikaya kadar çıkabilir. Bu da insanlara güvenli bir alana ulaşmak için yeterli zaman tanır. Tsunamiden korkmaya gerek yok; birkaç metre yukarı çıkmak çoğu zaman yeterlidir. İstanbul, tsunamiyle yerle bir olacak bir konumda değildir.
Ayrıca söz konusu olan fay hattı, büyük olasılıkla 1894 İstanbul depremini üreten Adalar Fayı'nın bir parçasıdır. Bu bölgede 1963 yılında da 6.4 büyüklüğünde bir deprem meydana gelmiştir. Ancak 1894’ten bu yana çok uzun bir zaman geçmemiş olması nedeniyle, şu anda bu hatta büyük bir deprem beklemiyoruz.”